Sen de dile, senin de olsun! – No:6

Allah bir kapıyı kaparken diğer bir yandan başka bir kapıyı açarmış…
Şu son bir hafta on gündür garip şeyler yaşıyoruz. Ama çevremde yaptığım gözlemlere dayanarak tek olmadığımızı farkettim. İçim rahatladı, sizin de içiniz rahat olsun. Demek ki bu bir dönem ve geçecek. Eğer şu anda bir sıkıntı içindeyseniz sabredin ve derin bir nefes alın, çünkü geçecek.
Bana gelince; yaklaşık 10 gün kadar önce sevgilimin arabasını sattık. Bu konuyla ilgili en başından itibaren içimde bir şeylerin ters gideceğine dair çok kuvvetli bir his vardı. Ta sevgilim alıcıyla telefonda konuşuyorken bunu farketmiş ve onu uyarmaya çalışmıştım. Fakat o beni evhamlı buldu ve sonuçta olan oldu. Çok ters birine denk gelmişiz. Artık araba mafyası mıdır, dolandırıcı mıdır; bilemem. O telefon konuşmasından itibaren çok huzursuzlaştım. Nitekim bir iki gün sonra aralamar ve tehtidler almaya başladık, çok sıkıntılı günler yaşadık. Ve çareyi polise gidip durumu şikâyet etmekte bulduk. Tutanak tutuldu. Benim yapabileceğim tek şey sürekli dua etmek oldu. Allahım esirgesin, kötü niyetlileri uzak tutsun. Burada bir iki kelimeyle anlatıyorum ama, çok büyük strese girmiştim. Biz polise gittikten sonra aramalar kesildi ama işallah son bulmuştur diyorum.
Bu arada tabi ki güzel şeyler de oldu. Bir hafta kadar önce LR’den Mercedes formlarımız geldi. 34 sayfalık model seçeneğinden istediğimizi seçmemiz isteniyordu. Bu, tabi ki de çok güzel bir şey. Fakat şirketle daha önceki konuşmamızda, bizim istediğimiz arabanın yapılış ve teslimat süresinin yaklaşık bir sene olduğunu öğrendik. Bu durum aslında bizi sıkıntıya sokuyordu. Çünkü küçük bir köyde oturuyoruz. Buranın yerleşim dağılımı biraz farklı. Bakkala, doktora gitmek için bile mutlaka arabaya ihtiyacımız var. Hem maddi sıkışıklıklardan, hem de sevgilimin arabası oldukça eski olduğundan her iki arabamızı da sattık. Sevgilim, benim arabamla işine gidiyor. Ben bu nedenle bir yere hareket edemiyorum. Yani bize ikinci bir araba şart. Bu nedenle formlarımız gelince şirketi yeniden aradık ve bu durumu anlatıp kısa süre içerisinde galeride hazır olan herhangi bir arabayı alıp alamayacağımızı sorduk. Sonuçta sevgilim kendi normal işine gidiyorken benim de halletmem gereken işler oluyor, kendi iş görüşmelerim oluyor. Her ikimiz de rahat hareket edemiyoruz. Varsın, istediğimiz arabayı biz oluşturmayalımdı, varsın 0 km olmasındı. Bugüne kadar böyle imkanlarla mı yaşamıştık sanki? Varsın, bu kadar lüks olmayıversindi. Sonuçta bize verecekleri araba yine de yenice bir araba olacaktı, ayağımızı yerden kessin yeterdi.
Fakat biz bunları söyleyince nasıl bir tepkiye karşılaştık dersiniz? “Asla öyle bir şey olmaz. Siz, kendinize yeni bir araba seçme ve onu istediğiniz gibi oluşturma hakkını elde ettiniz. İstediğiniz arabayı mutlaka almalısınız. Siz arabanızı seçin, istediğiniz gibi oluşturun. Arabanız sizin için yapılırken geçecek olan bu bir sene zarfında arabasız kalmamanız için biz size bu süre içinde kullanmanız için uygun bir araba temin ederiz.” demesinler mi?! Açıkçası, bu kadarı bizim aklımızın ucundan bile geçmezdi. Resmen ağzımız açık kaldı, hatta bir süre aval aval birbirimize baktık. Önce o kadar çok şaşırdık ki, tam olarak ne hissedeceğimize karar veremedik. Çok sevindik tabi ki, şaşırdık. Tüm bu duyguların altında ‘kendimizi değerli hissettik.’ Bu çok garip bir duyguydu, alışık değiliz bu kadar değer görmeye sonuçta. Bugüne kadar hep vermeye, hep çalışmaya ve bize verilenle yetinip elimizdekilerle mutlu olmaya alışmışız. Ki bence bu çok güzel bir meziyet. Anneannem hep “Azla yetinmeyen çoğu bulamaz.” der, sonuna kadar katılırım. Ama sonra bir şey oluyor ve yaptığın her şeyin, gösterdiğin tüm emeğin karşılığını alıyorsun, kendini değerli hissediyorsun. Sanırım bunu insanın gerçekten kendisinin yaşaması gerekiyor iyice anlamak için. Biz de ilk defa yaşıyoruz.


Sonrasında Mercedes’in sayfasına girip sipariş etmek istediğimiz arabanın bütün özelliklerini seçip bir araya getirdik ve şirkete yolladık. Arabayı sevgilim kullanacağı için daha çok o karar verdi, ben pek karışmadım. Bir kenardan onun sevincine ortak oldum sadece ve onun çocuk gibi sevindiğini görmek beni daha çok mutlu etti. Geçen haftalarda deneme sürüşü yaptığımız arabayı sipariş ettik ve kısmadan içine hayal edebileceğimiz bütün özellikleri kattık. Sonra gözlerimizi kapatıp oluşturduğumuz arabanın dosyasını şirkete mail attık. İçimizde hâlâ garip bir his. Her an birileri geri dönüş yapıp, “Bu araba çok pahalı olmuş, şu şu özellikler gereksiz, size daha makul bir model verelim.” gibi bir şeyler söyleyecek gibi geliyordu. Ama öyle olmadı. Onun yerine siparişimizin onaylandığına dair bir mail aldık ve Mercedes bayisiyle iletişime geçtik. Bundan sonrası formalite. Her ikimiz de yaşadıklarımıza tam anlam veremiyoruz. Sanki bütün bunlar olup bitiyor ve biz, sinema salonunda oturan seyirciler gibi olanları dışarıdan izliyoruz.


Bu araba meselesini neden bu kadar detaylı ve üstünde durarak anlattığımı bir çok kişi anlamayabilir, şaşırmam. Biz kendimiz yaşıyor olduğumuz halde anlamıyoruz. Sanırım şöyle bir karşılaştırma yaparsam daha anlaşılır olabilirim:
Sevgilim, tam 21 senedir fabrikada 3 mesai çalışıyor. Fabrikada makine şefi olduğu için de yeterli düzeyde bir maaşı var. Ama bugüne kadar asla yeni bir araba alamadı, arabaları hep ikinci eldi. Bu kötü bir şey mi, asla! Sadece kıyaslama için anlatıyorum. Sonuçta, elimizin emeği ve alın terimizle kazandığımız her şey çok değerlidir.
Bir de bana bakalım; 33 yaşındayım. 10 senede, iki üniversite okudum. Okurken hep çalıştım. Takı tasarımcılığı, ayakkabı tasarımcılığı yaptım, çeşitli tasarım işlerinde çalıştım, fotoğrafçılık yaptım, kasiyerlik yaptım, evlenip küçük bir köye yerleşince okuduğum alanlarda iş bulamayınca öğrenciyken harçlığımı çıkardığım fabrikada çalışmaya devam ettim, sonrasında kendi işimi kurup tırnak tasarımcılığı yaptım. Yani aslında kendimi bildim bileli hep çalıştım. Ama asla elle tutulup gözle görülen paralar kazanamadım, kazandıklarım malesef çoğu zaman bir kaç faturayı ödeyebilmekten öteye gidemedi. Bu da bana çoğu zaman “Peki o zaman neden o kadar okudun, madem sonun fabrikada bitecekti, bütün o tecrübeler niyeydi?” diye sordurttu. Ama isyan eden bir insan asla olmadım, hep bir şeylerin zamanını beklediğini hissettim. Ve bunu da sevgilime hep söyledim; “İnan, bir gün karşıma öyle bir şey çıkacak ki, bütün bu öğrendiklerimi kullanabileceğim ve artık bu derece kıt kanaat geçinmek zorunda kalmayacağız.” Hep bunu dedim, çünkü hep buna inandım.
Ben hep çok çalışkan bir insandım. Ama asla çalıştığımın, emeğimin karşılığını tam olarak alamadım. Şimdi, tam 9 aydır LR bağımsız iş ortağıyım ve yaşadıklarıma ben, kendim de inanamıyorum. Bu nedenle yaşamayan ve uzaktan izleyen, kendisi henüz tecrübe etmemiş kişilerin bunu anlamamasını çok doğal karşılıyorum. Başladığım üçüncü ayda gelirimi ilk aya nazaran ona katladım. Yurtiçi ve yurtdışında eğitimler aldım, böylece görmediğim yerleri görme ve tatil yapma fırsatım da oldu. 9 ay içinde bana şirket arabası olarak tahsil edilen, tüm özelliklerine benim karar verdiğim, benim için özel üretilen 2 şirket arabam oldu. Tamam, ikincisi henüz olmadı, yukarıda anlattığım gibi siparişi gönderdik. Ama olacak. Arabalar, üzerimize yapılmıyor, bize kullanım hakkı veriliyor. İstediğimiz yere bu arabalarla gidip istediğimiz şekilde kullanabiliyoruz, para ödemeden, içine benzinini koymamız yetiyor. Ve 3 senenin sonunda şirket bize, “Araban eskidi, bunu bize geri ver, sen kendine son model yeni bir araba seç.” diyor.
Gördüğünüz gibi, mevzu bahis aslında araba değil. Bizim arabalarımız vardı, şirket arabasına sahip olup kendi arabalarımızı satıp borçlarımızın bir kısmını ödeyebildik, çok şükür. Konu, sevgilim 21 senedir çalışıyorken sahip olamadığımız ve muhtemelen asla sahip olamayacağımız imkanlara LR sayesinde 9 ay gibi bir sürede sahip olmuş olmak. Hak yemeden, dolandırmadan, çalmadan, çırpmadan. Hatta başkalarına da ekmek kapısı açarak, onların da bu imkanlardan yararlanmalarını sağlayarak…


O yüzden, yazının başındaki gibi, yüce Allahım bir kapıyı kaparken, demek ki daha hayırlı başka kapılar açıyor. Ama hiç bir şey oturduğumuz yerden olmuyor. Gerçi ben, kelimenin tam anlamıyla ‘oturduğum yerden’ çalışıyorum hep. Ama yine de beynimde yankılanan cümle hep aynı: “Allah, rızkımızı emeğimize bağlı tutar.” Eh, bu şirkette emeklerimin karşılığını tam anlamıyla alıyorum, o yüzden çalışıyorum. Ve çok severek yapıyor olduğum için de aslında çalışmış olmuyorum. Benim en doğru yaptığım şey, bu fırsatı tanıyıp ciddiyetle denemek ve yaşamak istememdi. Bu, bugüne kadar verdiğim en doğru kararlardan biriydi. Tüm bu yaşananların doğruluğundan emin olduktan sonra şimdi, elimden geldiğince çok insana ulaşmaya çalışıyor ve bu olanaklardan onların da yararlanabilmeleri için bütün bildiklerimi onlarla paylaşmaya, onlara yol göstermeye çalışıyorum.
Eğer ki siz de hayatınızı değiştirmek istiyorsanız ve bunu kendiniz için ciddi bir iş imkanı olarak görüyorsanız, bana yazın. Aklınızda klişe düşünceler varsa, ona rağmen yazın. O tip düşünceler en başlarda bende de vardı. Fakat bilgi ışıktır, önümüzü görebilmemiz için ışığa yani bilgiye ihtiyacımız var. Benden bilgi alın, konuşalım. En sonunda denemek isteyip istemediğinizin kararını zaten yalnızca siz vereceksiniz. Ben size kapıyı açıp ışık tutarım, içeri girip girmemek size kalmış.
Çok sevgiler,
Derya
NOT: Böylece blogumun seneler sonra açılışını da kutlamış olduk. Hoşgeldim. 🙂

Güzel bir başlangıç

Yorumlar

  • 17. Haziran 2016 at 6:25

    Oooo hoş geldin Deryacım.
    İlk hayırlamanı ben yapayım, yazılarını özlemiştim.
    Araban şimdiden hayırlı olsun.
    Sevgiler

    Cevapla
    • 3. Ağustos 2016 at 23:05

      Teşekkür ederim Tanlacım ❤️

      Cevapla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir